Bir çocuk kitabı okumuştum yıllar önce daha doğrusu adı çocuk edebiyatı literatüründe yer alan ama aslında büyükler için de olan kitaplardandı okuduğum. Kahramanımız kulağına hoş gelen kelimeleri biriktiriyordu, odasında beğendiği sözcükleri yazıp koyduğu kelime çekmecesi vardı. Çoğu zaman sevdiği kelimeleri kendi kendine söyleyerek uykuya dalıyordu. Sadece bu kadar da değil, sokakta bulduğu ilginç şeyleri odasına getirip raflara yerleştiriyordu. Bu bazen bir kozalak, bazen eşi olmayan bir çizme teki bazen bir ağaç kökü olabiliyordu. Bu ilginç çocuk büyüdüğünde adını kulağına güzel gelen başka bir isimle değiştirdi. Adı artık Pablo Nerudo’ ydu. Çok sevdiği o kelimeleri kullanarak ilgisini çeken şeylerin hikayesini şiir olarak yazdı.
“Götürebilmek uğruna hayatımızı bu kadar sıradan olmasaydık, ve bir an, hiçbir şey yapmasaydık, belki dev bir sessizlik yarıda kesebilirdi kederini kendimizi hiç anlamayışımızın, kendimizi ölümle korkutmanın, belki de toprak öğretecek bize ölü görünen her şeyin aslında canlı olduğunu.”
Bu çocuk bana tanıdık birini hatırlattı. Etrafındaki her sese dikkat kesilen, birçok güzel sözcüğün arasından uhrevi olanın kokusunu hisseden, on yaşında sözün güzelliğini aralayıp söyleyenin güvenilirliğine bakabilen, on bir yaşında hocasının telaffuz hatalarını düzelten, on altı yaşında iki kalın ciltli kitabı hafsalasına alıp hacca giden sonra tekrar memleketine dönmeyip Belh’e, Dimaşk’a, Hicaz’a, Bağdat’a alimlerin önünde diz çökmeye giden, on sekiz yaşında ise anlaşmazlığa düşen iki muhaddis arasında hakem tayin edilen, yirmi yaşında ilk kitabını yazan birini. Küçük Muhammet Bin İsmail’i.
İsminde bir de Cufi var çok bilinmeyen. Dedesinin dedesi Mecusi iken Cufeli Yemen valisi vesilesiyle Müslüman olmuş. Hidayetlerine vasıta olan insanın ismini soy kütüğüne ekleten, bir nevi kaynak gösteren dedenin torunu da dünyada ilk kaynak gösterme, dipnot verme, biyografi yazma fiillerinin başlatıcısı oluyor tabi. Dedesine bak torununu al.
Öyle bir insan ki. Eseri isminin önüne geçtiği için ismini duyan kimsenin aklına orta boylu, zayıf, ince, az konuşan, mütevazı ve meraklı bir çift çöz gelmiyor. Uzun ilim yolculukları sonunda ortaya çıkmış, yüzyıllardır dünyanın gidişatını etkilemiş kitapları geliyor. Babası da hadis talebesi, ancak ilerletmesi nasip olmuyor, genç yaşta vefat ediyor. Oğul babasız kaldığında yedi yaşında daha; ama yetim kalmıyor. Nasıl oluyor peki? Hadisler tutuyor ellerinden. Yaşayan bir babanın veremeyeceği sevgiyi veriyor ona.
Hiçbir cümlesine “bence” diye başlamıyor genç alimimiz. “Şu yılda, şu şehirde doğup şu belde de vefat eden, falanca işi yapan, yalanına kimsenin şahit olmadığı, istikamet üzere olan, hayvanlara merhamet eden, çocuklara dürüst davranan, komşusu açken tok yatmayan şu raviden, şu tarihte dinlediğim hadise göre bu sorduğunuzun hükmü şudur,” diyor. Tabi arkasından da dediği ravinin o hadisi kimden, nerede, ne şekilde aldığını da söylemeyi ihmal etmiyor. “Aklımda kaldığı kadarıyla, bildiğim kadarıyla” diye başlayan cümle kurduğunu kimse duymuyor.
600 yüz bin hadis arasından tercih ettiği 200 bin hadisi senetleriyle beraber ezberleyen sonra günümüzde bile hala tam anlaşılamayan bir metotla bu hadislerin arasından da seçtiği hadislerle on altı yılın sonunda bir eser ortaya çıkaran, doksan bin öğrencisine okuyup sağlamasını yaptıktan sonra kitabını üç defa daha yazan bir bilim adamı geçti mi bu dünyadan? Eserinde adı geçen 309 kişinin hayatını araştırıp ezberleyen başkaca bir yazar var mıdır yeryüzünde bilmiyorum. Bir sıfatın o yörede ki kullanılış amacını araştırmak için şehir şehir gezen bir gezgin geldi mi dünyaya? 13.000 ravinin güvenilirlik derecesini tesbit ettiği Tarihü’ l Kebir adlı kitabı ile sosyal bilimlerde çığır açan başka bir biyografist var mı? 1080 muhaddisten hadis yazan ama bunların hepsini kitabına almayan bir araştırmacı yaşadı mı daha önce?
Kelime avcısı
Kilometrelerce yol gidip ravinin ağzından “Muhakkak melekler yaptığından hoşnut oldukları için ilim öğrenmek isteyen kimsenin üzerine kanatlarını gererler.” hadisini duyduğunuzda ay gibi parladı mı yüzünüz, doldu mu gözleriniz? “İlim talebesi iken ölenin şehit hükmünde olduğu” hadisini ilk dinlediğinizde hafızanıza almadan önce gökyüzüne bakıp babacığınıza gülümsediniz mi? “Kur'an okuyan mümin portakal gibidir.” hadisini duyunca portakal çekti mi canınız, kokusu geldi mi burnunuza? Daha küçücük yaşınızda “Onun bilmediği hadis, hadis değildir.” sözü çalınınca kulağınıza kızardı mı yanaklarınız?
Anlaşılan her ortamda sizin kitabınızdan bir hadis okuyan, siyasetin içinde yüzen şimdiki bazı savunucularınız gibi düşünmüyorsunuz ki sizi sarayına özel olarak çağıran valiyi genel derslerinize davet ediyorsunuz sadece. Kibarca reddediyorsunuz otoritenin davetini, sürgün tehdidine rağmen üstelik. Demek ki “emire itaat” hadisini yanlış anlamışız, yıllar öncesinden kulağımızı çekiyorsunuz. “Yöneticilerden yardım istersem onlarda kendi menfaatlerine göre benden fetva isterler” diyerek, size kol kanat germek isteyen idarecilere sürüldüğünüzü söylemiyorsunuz.
Siz kendisi gibi düşünmeyeni tekfir eden şimdiki bazı takipçileriniz gibi de düşünmüyorsunuz. Hadis uydurduğu sağır sultan tarafından bile duyulan ravi için “güvenilmeyecek kadar zayıf” demekle yetiniyorsunuz. “Yalancı” sıfatını yapıştırmakta çok hevesli değilsiniz. Linç etmek, hedef göstermek zaten kelime dağarcığınızda yok. Gıybet ortamının kokusunu uzaktan alıp yaklaşmıyorsunuz bile. Şairsiniz. Eserlerinizde edebi bir lezzet var. Sadece islami bilgi insanların düşüncelerini etkiler, halbuki edebi dil kalp avcısıdır biliyorsunuz.
Alimler sizi imtihana tabi tutuyorlar, yüz tane hadisin on tanesinin senedini, metnini birbirine karıştırıyorlar. Hepsini yapbozun parçalarını yerleştiren bir çocuk sevinciyle yerli yerine koyuyorsunuz. O günden sonra isminizin altı çiziliyor ve tüm soru işaretlerini siliyorsunuz akıllardan.
Şimdiki gibi ilim parçalanmamış tabi o zamanlar. Siz aynı zamanda bir fıkıhçısınız. Kitabınızın bölüm başlıkları sizin çıkarttığınız hükümleri ihtiva ediyor. Tabakat kitaplarında “fakihlerin efendisi.” deniyor sizin için. Bazı görüşleriniz Ahmet bin Hanbel’e ters, bazıları Ebu Hanefi’ye. Talebeleriniz Müslüm, Tirmizi, Razi ile bile örtüşmeyen hükümleriniz var ama siz onlarla fikir alışverişine devam ediyorsunuz. Odanızda kitaplardan adım atacak yer yok ama entelektüel zorbalık, ilmi kibir, mezhepçilik uğrayamıyor yanınıza. Kelami konuları halk arasında konuşmayı sevmiyorsunuz. Her bab için abdest alıp hacet namazı kıldığınız için belki de rivayetlerde her alimin göremediği en ince kusurları hemen fark ediyorsunuz? İlmin magazin kısmı ile ilgilenmiyorsunuz. Hadis yakalayıcılığından kalan zamanlarda ok atıyorsunuz. Uzun yıllar boyunca attığınız oklardan sadece ikisi hedefe isabet etmemiş. Kitabınızdaki bazı hadislerin eleştirilmesi gibi.
Dünyadan uzaya ulaşmak dört gün sürüyormuş. Astronotlar orada üzerlerinde ki o garip uzay giysileri sayesinde sadece dünyadan taşıdıkları havayı solurlarmış. Bizler de o astronotlar gibi kıyamete kadar sizin iki kapak arasına sığdırdığınız sözleri konuşup duracağız herhalde. Senetleri meydana getiren şahısların; hem aynı zamanda yaşama hem de birbirleriyle uzun müddet görüşme şartını uygulama hususundaki titizliğinizin bereketini soluyacağız. Yüzbinlerce rivayet arasından en sahih olanları seçme metodunuzu çözmeye çalışacağız. Esrinize aldığınız hadisleri hangi prensiplere göre aldığınızı anlamakla uğraşacağız. Müslüm’ün kitabına almayıp sizin aldığınız o 435 hadisin sebebi hikmetini çözmeye çalışacağız. Zayıf senetleri dolayısıyla tenkit edilen seksen kadar hadisi ravileri ile bizzat görüştüğünüz halde neden kitabınıza aldığınızı konuşacağız.
Günümüzde yaşasaydınız muhtemelen Eşariler sizi fazla akılcı, Maturidiler nakilci, İlahiyatçılar gereksiz edebi, Modernler şimdi sırası mı bunların, siyasetçiler halkı kutuplaştıran, kadınlar cinsiyetçi, erkekler fazla abartı bulacaktı. Ne İsa’ya ne Musa’ya kendini sadece Allah’a beğendiren alimlerden olacaktınız. Kim bilir belki de hapiste olurdunuz. Neyse ki zamanın Rabbi, hadislerin günümüze kadar gelmesini murat etmiş de sizi yedinci yüzyılda yaşatmış. Kuran’dan sonra İslam dininin en önemli ikinci kaynağı olan Sahih-i Buhari kitabınızda günümüze kadar sağa salim gelmiş böylece.
Sevgili İmam Buhari teşekkürler böyle olduğun için,
Teşekkürler ölmediğin için.
Comments